4320 Sayılı Ailenin Korunması Yasası ve Yasanın Uygulanmasının Aileler ve Toplumsal Yapı Üzerindeki Etkilerinin Değerlendirilmesi Konulu Araştırma Projesi, T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Projesi, 2007, Araştırma Grubu Üyesi.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Konusunda Türk Hukukçuların Kademeli Eğitimi Projesi, Türkiye Barolar Birliği & Avrupa Konseyi Ortak Projesi, 2007, Uzman.
Yeni Ceza Kanunu Değerlendirme Seminerleri Projesi, Adalet Bakanlığı & İngiltere Büyükelçiliği Ortak Projesi, 2005-2006, Proje Danışmanı.
Şüpheli ve Sanık Hakları Projesi, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı & ABD Ankara Büyükelçiliği Ortak Projesi, 2005, Proje Tasarımcısı ve Proje Yöneticisi.
Reformların Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı & Avrupa Komisyonu Ortak Projesi, 2004-2005, Proje Tasarımcısı
İnsan Hakları İl ve İlçe Kurullarının Kapasitelerinin Arttırılması Projesi, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı & Avrupa Komisyonu Ortak Projesi, 2004-2005, Proje Tasarımcısı ve Proje Yöneticisi.
İnsan Hakları İl ve İlçe Kurullarına Yönelik El Kitabı Geliştirilmesi, Basılması ve Dağıtılması Projesi, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı & İngiltere Büyükelçiliği Ortak Projesi, 2004-2005, Proje Tasarımcısı ve Proje Yöneticisi.
Ulusal İnsan Hakları Kurumu Oluşturulması Projesi, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı & Danimarka Dışişleri Bakanlığı Ortak Projesi, 2004-2005, Proje Tasarımcısı.
İnsan Hakları ve Demokratik İlkeler Konusunda Bilinç Arttırma Projesi, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı & Avrupa Komisyonu Ortak Projesi, 2003-2004, Proje Yöneticisi
Türkiye’de İfade Özgürlüğünün Geliştirilmesi Projesi, Liberal Düşünce Topluluğu & Avrupa Komisyonu Ortak projesi, 200-2002, Proje Tasarımcısı ve Proje Yönetici Yardımcısı
Türkiye’de Örgütlenme Özgürlüğünün Geliştirilmesi Projesi, CORDAID (Catholic Organisation for Relief and Development, Netherlands) & Liberal Düşünce Topluluğu Ortak projesi, 2001, Proje Uzmanı.
Yasama Danışmanlığı Projesi, CIPE (Center for International Private Enterprise) & Liberal Düşünce Topluluğu Ortak projesi, 1999-2000, Proje Yönetici Yardımcısı.
Sonunda yasa Senato''dan da geçti… Söz konusu yasanın hangi amaçlara yönelik bir araç olarak kullanılmak için çıkarıldığını uzun uzadıya anlatmak gereksiz, çünkü artık hemen herkesin farkında olduğu bir konu bu.
Bu çerçevede bizi ilgilendirmesi gereken husus bambaşka. Biz her şeyden önce söz konusu yasanın Meclis ve Senato''dan geçme sürecinde "bizim" nasıl davrandığımızı değerlendirmek zorundayız.
Bir kere bu manzarayı gözledikten sonra oturup şu soruyu sormalıyız: Birbirinin benzeri açıklama ve eylemlerde yaratılan bu "tepki seli"nin meseleyi anlamak ve giderek bir çözüme ulaştırmak yönünde bir anlamı var mıdır, olumlu bir rolü olabilir mi? Önceki akşam televizyon ekranlarının hali neydi öyle? Ülkedeki bu ekranları bir an için uzaktan bakan birilerinin gözüyle değerlendirecek olsak nasıl bir sonuca varırdık dersiniz? Demek ki konuya ilişkin acilen yapılacak ilk iş, Ermeni meselesi hakkında Türkiye''nin de artık sınırlarının ötesinde olduğu gibi artık içinde de boy veren şimdikinden çok farklı bir bakış açısına yerleşebilmesidir. Bu adım atılmadığı sürece, bugün Fransa karşısında takınılan resmi ve gayri resmi tutumun benzerlerini önümüzdeki yıllarda daha çok tekrarlayacağız demektir. Yazık değil mi bu yolda harcanan ve ileride harcandığından dolayı pişmanlık duygusu yaratacağı kesin olan bu resmi ve gayri resmi enerjiye…
Yasanın Fransız meclisinden geçtiği günlerde yayımlanan bir köşe yazısında Prof. Vahit Bıçak''ın "soykırım" konusuna ilişkin bir değerlendirmesi aktarılıyordu. Prof. Bıçak, biliyorsunuz, Türk Ceza Kanunu''nun yenilenmesi (2005) sürecinde görev alan akademisyenlerin başında geliyordu. Köşe yazısında tırnak içinde aktarılan bu açıklama şöyleydi: "TCK 76/c, ''Grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması''nı da soykırım olarak nitelendiriyor. Yarın birileri çıkıp, ''Meseleyi gel senin yasalarınla çözelim, TCK''nın 76/c bendini esas alalım'' dese ne olur?"
Prof. Bıçak''ın sorusunu –sizin adınıza değil tabii ki- ben şöyle cevaplarım: Meselenin adı 76. maddenin sadece "c" değil, onunla birlikte "a", "b", "d" ve "e" bendleri uyarınca da "soykırım" olarak konur…
İsterseniz bu bendleri ve öncesinde yer alan soykırım suçu tarifini hatırlamadan geçmeyelim: "(1) Bir plânın icrası suretiyle, milli, etnik, ırkî veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur: a) Kasten öldürme. b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme. c) (….) d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması. E) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi."
Şimdi söyler misiniz, "Tehcir" söz konusu olduğunda sıralanan bu bendlerin hangisini dışarıda bırakabiliriz?
Bu bahsi "Tehcir"in soykırım ya da başka bir adla adlandırılması tartışması çerçevesinde hatırlatmıyorum; meseleyi tartışırken T.C.''nin çok taze TCK''sının 76. maddesini de unutmayalım diye aktarıyorum. Bu maddeyi TCK''ya Fransızlar ya da başka bir millet koymadı, "biz" koyduk… Dolayısıyla, Prof. Bıçak''ın sorusunu aklımızdan çıkartmayalım: "Yarın birileri çıkıp, ''Meseleyi gel senin yasalarınla çözelim, TCK''nın 76/c bendini esas alalım'' derse ne olur?"
Bugün Ermeni meselesi bağlamında bir "ikinci soruyu" da tartışalım istiyordum. Bu soru doğrudan muhafazakâr kesimin Ermeni meselesine ilişkin yaygın tutumunun sorgulanmasına ilişkin. Konu, benim maalesef gecikmiş olarak –bir okur mektubunun işaret etmesi sonucu- okuyabildiğim, akademisyen Gökhan Bacık''ın üç yıl önce yayımladığı (Zaman gazetesi) bir yazıda son derece güzel işlenmiş. Bu yazıdan –hakkını vermek için- başka bir gün söz etmek istiyorum. Bugün için yazının sorunu ortaya koyan şu ilk cümlelerini aktarmakla yetiniyorum:
"Ermeni sorunu'' denilen karmaşık olgu ile karşılaşan geniş muhafazakâr kitle, kaçınılmaz bir refleksle kendi tarihini, kültürünü ve kimliğini savunmak durumuna düşmektedir.
Bir şekilde Osmanlı idaresinin katliamlar yaptığı düşüncesi, muhafazakâr aklın üzerine inşa edildiği pek çok değeri ve kurumu sarstığı için sözü edilen derin refleks, adeta kalıcı hale gelmektedir. Ne var ki, bu refleks yüzünden muhafazakâr akıl ve kitle, Ermeni meselesi kavgasının ''sakladığı'' büyük bazı diğer sorunları görmemektedir. Tuhaf ve üzüntü verici bir şekilde, kendi kimliğini ve tarihini savunduğunu düşünen muhafazakâr kitle, aslında kendi tarihi ve kimliği ile savaşan tarihsiz ve kimliksiz bir azınlığı savunmak durumuna düşmektedir. Bu yüzden muhafazakâr aklın, işin -eski tabir ile- faslına ait bazı yönlerini acilen düşünmesine ihtiyaç bulunmaktadır. "
Güzel bir giriş doğrusu… Devamını önümüzdeki yazıda getirelim…
Kürşat Bumin kimdir?
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Kürşat Bumin,1947 yılında Yıldızeli'nde dünyaya geldi. DTCF Felsefe Bölümününden mezun olan Bumin 1972- 1980 yılları arasında Paris'te siyaset felsefesine ilişkin çalışmalar yaptı ve çeşitli dergilerde makaleleri yayınlandı. 10 yıl Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyeliği görevinde bulundu. Medya kronik adlı internet sitesinin kurucuları arasında bulunan Bumin Yeni Şafak gazetesiyle yollarını ayırmıştır.
Yasanın Fransız meclisinden geçtiği günlerde yayımlanan bir köşe yazısında Prof. Vahit Bıçak''ın "soykırım" konusuna ilişkin bir değerlendirmesi aktarılıyordu.
Çifte ateş...
Prof. Dr. Vahit Bıçak, piyasaya yeni çıkan "Suç Muhakemesi Hukuku" kitabında bugünü sanki önceden görmüş... Muharrem Sarıkaya, 22 Aralık 2013, HaberTürk Gazetesi, Köşe yazısında Prof. Dr. Vahit Bıçak'ın görüşlerine yer verdi.
ADALET ile İçişleri bakanlıkları arasında 2005'ten bu yana devam eden bilek güreşi dün sonuçlandı.
İki bakanlığın imzası ile dün Adli Kolluk Yönetmeliği, Adalet'in istediği gibi değiştirildi.
Böylece, "suç muhakemesi sürecinde savcının, gözetim, denetim ve emrinde görev yapan" Adli Kolluk birimi amiri, il emniyet ve gümrük müdürü ile jandarma ve birlik komutanı oldu.
Yani bundan böyle, savcılar bir kişi hakkında işlem yapılmasını, il emniyet veya jandarma, sahil güvenlik komutanları ile gümrük müdüründen isteyecek.
Onlar ayrıca yaptıkları işlemi bir üst amirine bildirmekle yükümlü olacak. Bunun yasal olup olmadığı tartışmasını sona bırakıp, ne getireceğine bakarsak... Prof. Dr. Vahit Bıçak, piyasaya yeni çıkan "Suç Muhakemesi Hukuku"isimli kitabında bugünü sanki önceden görmüş...
Tartışma Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) değişikliğinin yapıldığı 2005'e uzanıyor. Aktardığına göre, Adalet Bakanlığı o tarihte Emniyet'in "idari ve adli"olarak ikiye bölünüp "Adli Kolluk"un savcılara bağlanmasını istedi.
İçişleri Bakanlığı ise direndi.
Sonunda, "savcıların, maiyetlerinde görev yapan adli kolluk sorumluları hakkında değerlendirme raporu"; yani sicil verme şartı karşılığı Emniyet'in ikiye bölünmesinden vazgeçildi. Emniyet de şubelerdeki alt rütbeli memurları "adli kolluk sorumlusu"yaparak üst rütbelilerini sorumluluktan kurtardı.
Formül sorunsuz bugüne kadar çalıştı.
Ancak "yolsuzluk-rüşvet" operasyonu ile başlayan "neden haber verilmedi?" tartışması konuyu tekrar alevlendirdi.
Adalet ve İçişleri bakanlıkları dün "Adli Kolluk Yönetmeliği"ni değiştirerek il emniyet ve gümrük müdürleri ile jandarma ve sahil güvenlik komutanlarını "adli kolluk"un başına getirdi.
DOKUNULMAZLIK BİTTİ
Prof. Dr. Bıçak dünkü sohbetimizde yapılanın hukuk açısından tartışmasına girmeden idari olarak neler getireceğini tek cümleyle özetledi:
"İl emniyet ve gümrük müdürleri ile jandarma ve sahil güvenlik komutanlarına ateşten gömlek giydirmişler. Bundan sonra başlarını mahkemeden kurtaramazlar..."
Burada durmadı CMK 161/5'in hükmünü anımsatıp bir adım daha attı:
"İl emniyet müdürleri ve komutanlarının idari dokunulmazlığı vardı. Haklarında soruşturma için bile memur dokunulmazlığı kapsamında HSYK'dan izin alması şarttı. Ama adli işlerde dokunulmazlık yok. Adli kolluktan dolayı savcı "evrak geciktirdi" diyerek il emniyet müdürü hakkında dilediği gibi izinsiz işlem yapar."
Bunun yanında daha önce il emniyet müdürlerinin tek "sicil amiri" vali iken, buna ikinci bir sicil amiri olarak savcılar da eklendi.
YASAYA AYKIRI
Peki, çıkarılan bu yönetmelik yasaya uygun mu?
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, "CMK ve TCK'ya aykırı" deyip, nedenini şöyle anlattı:
"Türkiye Cumhuriyeti'nde erkler ayrılığı vardır. Ayrıca soruşturmanın gizliliği esastır. Çıkarılan bu yönetmelik her ikisi açısından da hukuka aykırıdır."
Danıştay'ın nasıl karar vereceğini bilmem...
Ama bildiğim bir şey var ki, il emniyet müdürleri İstanbul, Ankara, İzmir gibi günde on binlerce dava dosyasındaki gecikmeden birinci derece sorumlu oldu. Sırtlarındaki yüke bir de baş ağrısı eklendi...
Prof. Dr. Vahit Bıçak, piyasaya yeni çıkan "Suç Muhakemesi Hukuku" kitabında bugünü sanki önceden görmüş... Muharrem Sarıkaya, 22 Aralık 2013, HaberTürk Gazetesi, Köşe yazısında Prof. Dr. Vahit Bıçak'ın görüşlerine yer verdi.
İğfal kabiliyeti
ASLINDA suç yöntemi uzun süredir deneniyordu; çağın gelişimine göre teknoloji yeniledi. Bir süre önce Şanlıurfa'nın bir köyünde kurdukları telefon sistemiyle Batı'daki eğitimli insanları nasıl dolandırdıklarını Habertürk'e keyifle anlatmışlardı. Prof. Dr. Canan Karatay'ın da başına gelmesiyle, süregelen suç bir daha anımsandı; o kadar. İlginçtir Prof. Dr. Karatay'ın başına gelenlerin televizyonlarda anlatıldığı dakikalarda, bir arkadaşımın anne babası da "hipnoz edilmiş gibi, her şeyin farkında olarak" aynı yöntemle dolandırıldı. Peki, suç çeteleri TCK'nın dolandırıcılıkla ilgili 157'nci maddesinin şu ağır hükmüne rağmen suçu nasıl sürdürebiliyor? "Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendine veya başkasına yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası verilir."
OLABİLİRLİK SINIRI
Ceza Hukuku Profesörü ve Polis Akademisi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahit Bıçak'a dün bu soruyu yönelttiğimde şu ilginç tespitle söze başladı: "Bunlar insanlarımızın, her an her şey olabilir duygusuyla davrandığını gösteriyor..." 9. Cumhurbaşkanı Demirel'in, "Sabah kapıyı çalanın sütçü olduğundan emin olunan rejim demokrasidir" sözünü anımsatıp ekledi: "Hayatta şu olur, bu olmaz sınırının kalktığını; hayatın istikrarının, olabilirlik sınırının olmadığını gösteriyor. En eğitimlimiz bile 'olamaz' denilen şeylerin 'olabileceğine' inanmaya başladığı için kandırılabiliyor..."
GEÇERLİ ALDATMA
Prof. Bıçak, bu dolandırıcıların kısa sürede yargının elinden kurtulduklarını da söyledi. "Çünkü profesyonelce yapıyorlar" deyip anlattı: "Suçun oluşması için kullanılan yöntemin, hileli davranışın da insanı kandıracak düzey ve inandırıcılıkta olması gerekir. Makul olmayan, beş yaşındaki çocuğun bile kanmayacağı yöntemler suç oluşturmaz. Aynen çikletten çıkan sahte para gibi... Çünkü doların rengi yeşildir. Kırmızı renkli dolar olmayacağı gibi, bir kişi hakkındaki soruşturma yargı kararı olmadan kapatılamaz; 155 Polis İmdat hattı para isteyemez, oraya da para transferi yapılamaz. Onlar da bu yöntemleri kullanıyor, suçtan kurtuluyor." Hukukta buna "iğfal kabiliyeti" denildiğini belirtip sözlerini sürdürdü: "Suçun oluşması için sahteliğin anlaşılamamış olması, yani iğfal kabiliyetinin bulunması gerekir. İğfal kabiliyeti yoksa suç oluşmaz, sanık beraat eder veya çok az cezayla hapse girmeden kurtulur. Onlar da profesyonelce, inandırıcılığı zor yöntemlerle bu işi yapıyorlar. Dolandırıcılık suçunun oluşmasını engelliyorlar. Aldıkları düşük cezalardan kurtulmak için de insanları davalarından vazgeçiriyorlar." Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ise sorunun çözümünün yargıçlarda olduğunu belirtti. "Eğer hileli durum söz konusuysa, iğfal kabiliyeti aranmamalı, yargıçlar uygulamalarıyla sorunu çözmeli" dedi. Yargı ne yapar bilmem... Ancak bu soyguna son verecek içtihat geliştirilmezse daha çok kişinin canının yanacağını, yapanın da yanına kâr kalacağını söyleyebilirim.
ASLINDA suç yöntemi uzun süredir deneniyordu; çağın gelişimine göre teknoloji yeniledi.